kendi zamanında, kendi halinde...
Bazen sadece karanlık, ışığın kıymetini anlatır.
Bazen durup düşünüyorum…
Zaman sandığım şeyin aslında beni hiç aceleye zorlamadığını.
Her adımın, her nefesin, kendi ritmini taşıdığını.
Ben yavaşlığın içinde büyüdüm.
Sessizliğin kıyısında.
Bir şeyleri hızla yakalamaya çalışmadan,
kaybetmekten korkmadan…
Belki de en çok, kendi içimdeki o ince sızının
beni bir yere çekmesine izin vererek.
Dünyanın sesini duymadan önce,
kendi iç sesimi dinlemeyi öğrendim.
Ve o ses hep aynısını söyledi:
Bazen karanlığa bakıyorum.
Siyahın içinde eriyen tüm dalgalanmalara…
Ve fark ediyorum ki:
Ne kadar karanlık olursa olsun,
içimde bir yer hep ışığı hatırlıyor.
Yolum uzun değil.
Zorlu da değil.
Sadece bana ait.
Ve ben o yolda,
kim olduğumu hatırladığım her küçük anda
yeniden doğuyorum.
Belki de
“kendi halinde bıraktığım her şey”
en güzel hâline böyle dönüşüyordur.